Pages Menu
Categories Menu
Mezhepler ve Meşrepler

Mezhepler ve Meşrepler

Ayrılık Değil Anlayış Zenginliği Olarak Mezhepler ve Meşrepler

 Dr. Adnan Memduhoğlu

Mezhep, sözlükte gidilen/gidilecek yol anlamında kullanılır. Istılahta “dini hükümleri delillerden çıka­rıp yorumlama ehliyetine sahip olan âlim­lerin ortaya koyduğu görüşlerin tama­mı veya belirledikleri sistem” şeklinde tarif edilmektedir. İman esaslarını konu edinen mezhepler itikadî, amelî olanları ise fıkhî mezhepler şeklinde isimlendirilir.

Meşreb ise, “su içme yeri, su içmek, mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol ” gibi anlamlara gelir. Aynı dini veya hayat felsefesini paylaşan insanlar arasındaki huy ve yaratılıştan kaynaklanan görüş farklılıklarını ifade eder.

Hz. Musa’nın rehberliğinde İsrailoğulları Kızıldenizi geçerler. Çölde susadıklarında Hz. Musa’dan su talebinde bulunurlar. Cenab-ı Hak, Hz. Musa’ya “Asa’nı taşa vur” diye vahyeder. Hz. Musa, asasını taşa vurunca, İsrailoğullarının kabile sayısınca, oniki yerden su çıkar. Böylece, her kabile, kendine tahsis edilen bölümden suyunu içer, aralarında münakaşa olmaz. Olayı anlatan ayette “onlardan her biri meşrebini (su içme yerini) bildi” (Bakara, 2/60) ifadesi, “meşreb” kelimesine kaynak olmuştur.

Günümüzde, Müslümanlar arasında pek çok farklı meşrep görmek mümkündür. Aynı İslâmiyet pınarından nebean eden bu meşrepler, aslında bir renkliliktir, bir güzelliktir. Her insanda Allah’ın isimlerine mazhariyet farklı farklı olduğundan, meşreplerin de farklı olması kaçınılmazdır. Fakat bu farklılığı ayrılık ve çekişme sebebi yapmamak gerekir.

Mezhep kavramı, Resûlullah Efendimizin (sas) vefatını müteakib, Kur’an ve Sünnet’in yeni zamanlar ve yeni kuşaklar nezdinde nasıl yorumlanıp ele alınacağı konusu ile ilgilidir. Râşid halifelerin son dönemlerinde, inanç (itikad) ve amel (fıkıh) alanıyla ilgili konularda Müslümanlar arasında yorum çeşitliliğinden kaynaklanan farklılıklar, ilerde Müslümanlar arasında mezhep şeklinde tanımlanacak yeni tarz birlikteliklerin, ilmî usul ve pratiklerin, anlama ve kavrama biçimlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Anlama ve kavrama düzeylerinin farklılığı, toplumsal çeşitlilik, değişik tecrübeler dikkate alındığında söz konusu yapıların ortaya çıkması tabiidir. Mezheplerin ortaya çıkması İslam Tarihi boyunca ulemâ nezdinde yadırganmamış, dinin temel ilkeleri gözetildiği sürece görüş ayrılıkları İslam’ın dinamik karakterini yansıtmış, her zaman ve mekanda uygulanabilir bir din olduğunu ortaya koymuştur.

Bu açıdan bakıldığında mezhepler, İslam dininin anlaşılmasındaki farklı fikir ve kanaatleri temsil eden, zamanla oluşmuş beşeri mektepler olarak düşünülebilir. Hepsinin amacı Allah’a varan istikameti belirlemektir. Her biri ana yola varan bir tali yol mesabesindedir, ancak varacakları yer aynıdır.

Mezhepler, Müslüman coğrafyasının farklı yerlerinde muhtelif bakış açıları, yöntem ve yorumlama pratikleriyle birbirini besleyen bir bütünün parçaları olarak değer kazanmışlardır. Batıl ve bidat sayılanları bir yana bırakılırsa, Kur’an ve Sünnet’e bağlı, Müslümanların maslahatını, güven ve istikrarını, birlik ve bütünlüğünü esas alan hak mezhepler, idrak zenginliğimizi ortaya koymaktadır.

Hz. Peygamber’e atfedilen “ümmetin ihtilafı”nı “rahmet” olarak değerlendiren yaklaşımın bizlere öğrettiği çok ciddi mana ve hakikatler bulunmaktadır. Bir kere toplumsal yapı içinde görüş ayrılıklarının olması tabii ve normaldir. Nitekim İslami gelenek, makul düzeyde ihtilafa düşülen noktaları yeni bir hakikat arayışı için güçlü birer hareket noktası olarak kabul etmiştir.

Müctehid imamların her biri, kendi düşünce ve sistematiğinde sahih bir usûle, sağlam bir yönteme ve doğru bir amaca bağlı kalmıştır. İhtilâfı rahmet kılan, her şeyden önce farklı düşüncelerin ortaya çıkaracağı yeni hakikatlerdir.

Mezhep ve meşrep gerçeği aslında sadece dini bir tercih olmanın ötesinde aynı zamanda psiko-sosyal bir realitedir. Hepimiz belli bir İslam anlayışının ve bir mezhebin içinde doğar ve belli bir kültürel ortamda yetişiriz. Ancak bir mezhebe intisap etmekle mezhepçilik yapmak, bir meşrebe sahip olmakla meşrepçilik yapmak arasında derin bir fark vardır.

Bugün mezhepsizliği savunmak İslam toplumundaki realiteyi yok saymak anlamına geleceği gibi, mezhebi dinle aynileştirmek ya da mezhep mensubiyetini, İslam aidiyetinin üstünde görmek de cehalet ve taassub anlamına gelecektir.

Her bir müminin kendi dini inanç ve amellerini öteden beri olduğu şekliyle sahih bir usule bağlı olarak kendi mezhebinde sürdürmesinde veya belli bir meşrep içerisinde dinini yaşamasında hiçbir sorun yoktur. Sorun kendi mezhebini ve meşrebini başka mezhep ve meşreplerden üstün görmekle, kendisi gibi inanmayan ya da amel etmeyenlerin küfrüne karar verebilecek kadar ileri gitmektir. Dini tercihlerimizin, inanç ve amellerimizin sıhhati her şeyden önce Yüce Kitabımız ve Resûl-i Ekrem Efendimizin aleyhsselatü vesselamın sünnet-i seniyyesi dairesinde kalarak ancak bir anlam kazanabilecektir. Unutmayalım ki her bir mezhep veya meşrep, bizi bu gerçeklikle tanıştırmayı başardığı ölçüde hak ve muteberdir.

Muteber fıkıh mezheplerinde görülen ictihadi farklılıklar ve ihtilaflar besleyici/geliştirici bir vasfa sahip iken, buna karşılık tefrika hızla fitneye dönüşebilecek bir anlaşmazlık ve ayrılık vasfı taşımaktadır. Bugün İslam dünyasında etnik ya da mezhebi gerekçelerle ortaya çıkan ve birbirlerinin canına kıymaya kadar götüren ayrılıklar, Müslümanları fitne hareketleriyle karşı karşıya getirmiştir. Böyle bir fitneden her fırsatta Cenab-ı Hakk’a sığınmamız gerekmektedir. Müslümanları bu fitneden koruyacak yegâne rehber Kur’an ve Sünnet’in aydınlığıdır. Her mümin, fitnenin ortadan kaldırılması ve dinin sadece Allah’a has kılınması için elinden geleni yapmalıdır.

Rabbimize kulak verelim: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz. Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” (Âl–i İmran 103–105).

Müslümanların tarih boyunca İslam kardeşliğini her şeyin üstünde tutan hassasiyetleri sayesinde mezhep ve meşrep ihtilafları Din-i Mübin-i İslam’ın daha iyi anlaşılması ve yaşanmasında, hoş ve geliştirici bir ihtilaf alanı olarak değerlendirilmiştir. Ancak maalesef günümüzde bunu var gücüyle bozmaya ve parçalamaya çalışan şeytani planlar devreye sokulmaktadır. Bugün gelinen noktada ne yazık ki Müslüman dünyasında fitne çıkarmaya çalışan kimseler tarafından mezhepler ve meşrepler, ayrılık ve çekişmenin temel unsurları olarak gündeme getirilmektedir.

İslam topraklarını kan gölüne çeviren çatışmaların dinin aslından ya da mezhep farklılıklarından kaynaklandığını söylemek, bu vahşetin köklerini asr-ı saadette aramak beyhudedir. Bilakis bu hadiseler, modern zamanların işgal ve sömürgelerinden sonra istibdatların gölgesinde, yoksulluk, cehalet ve esaret altında yetişen yaralı bilinçlerin ürünüdür.

Müslümanların parçalara ayrılarak birbirleriyle çatışması, her ne kadar dinin aslından ya da mezhep farklılıklarından kaynaklanmasa da, bunun sebepleri sadece dışarıda aranmamalıdır. Tüm bu hadiselerin elbetteki emperyalistler, siyonistler gibi şer güçler dış müsebbipleridir. Ancak sorunların bir de iç dokumuzu ilgilendiren boyutu vardır. Azınlık da olsa bu tür düşünceleri besleyecek şekilde, Müslüman kanının dökülmesine cevaz veren sakat anlayışlar tarihte olduğu gibi bugün de içimizde yok değil. Bir tarafta Kur’an ve Sünnet’i indî yorumlarına alet ederek insanları ötekileştiren, önce tekfir eden, sonra da kılıfına uydurduğu yalan bir gerekçeye dayanarak kendisinden farklı düşünen herkesi katleden “hârici” kafalı zihniyetler, diğer tarafta Irak ve Suriye’de döktükleri kan ve ortadoğuda yaydıkları fesat ile Ümmet’in birliğini parçalamaya çalışan ve münhasıran kendi siyasi emellerine hizmet etme yolunda itikâdî/siyasi mezhebî çıkarlarını gözetip fesat çıkaranlar bugün de varlığını sürdürmektedir maalesef!

Bütün bu yapıların, bir an evvel akıllarını başlarına almaları, tevbe edip durumlarını islâh etmeleri gerekir. Aksi halde Ümmet coğrafyasında, İslam düşmanlarının ayrıştırıcı, bölücü ve yok edici suiistimallerine alet olup mezhepçi ve ideolojik tavırları ile sergiledikleri vahşetin hesabını Allah’a zor vereceklerdir.

Geliniz Müslümanlar olarak Rabbimizin emrettiği gibi fitneyi savaştan beter görelim ve İslam coğrafyasının yeniden huzur yurdu haline gelmesi için ayrılığın değil, birliğin, güvenin ilkelerini hayata geçirelim. Birlikte yaşamanın ahlakını oluşturarak, barışa dayalı bir düzen inşa edelim. Unutmayalım ki Ümmet-i Muhammed’in gözü üzerimizdedir, Âlem-i İslam’ın kulağı bizdedir, mazlumların ve biçarelerin eli yakamızdadır! İslam dünyasında yaşanan krizlerin, mezhep ve meşrebe dayandırılmak istenen çatışmaların, İslam dünyasının güvenliğini tehdit edecek boyuta ulaştığı günümüzde Kur’an ve sünnetin, Müslüman’ın Müslüman’a kanını helal gören bir anlayışı asla emretmediğini birbirimize hatırlatalım.

Yine unutmayalım ki, Müslüman kimliği, her türlü mezhebi, meşrebi, coğrafi, etnik, siyasi ve politik aidiyetin üstündedir. Hiçbir yapı, İslam kardeşliğini ve vahdetini bozmaya yönelik çalışmalara izin vermemelidir. Hiç kimse ya da hiçbir grup, bir başkasının inancına, değerine ve düşüncesine savaş açmamalıdır. Herhangi bir Müslüman grup, fırka veya cemaatin, kendi dini anlayışını mutlak hakikat görerek diğer anlayışları dışlaması, tekfir etmesi asla kabul edilemez. Bu anlayışa sahip yapılar, nasıl ki tarihte Müslüman vicdanlar tarafından mahkûm edilmişse bugün de maşeri vicdan tarafından kabul görmeyecektir. Masum çocukların, kadınların ve yaşlıların yok edilmesi ve insanların yerlerinden yurtlarından sürülmesine sebep olan bu tür yapılara, basiret, firaset ve vicdan sahibi her Müslüman karşı çıkacaktır.

Müslümanların bugün topyekûn yapacağı en büyük cihad, taassuba, fakirliğe, cehalete, fitneye ve tefrikaya karşı yapacakları cihattır. Bugün bizlere düşen görev, Müslüman toplumları ayrıştırmaya yönelik söylemler yerine İslam dünyasındaki farklılıkları bir rahmet ve zenginlik olarak görüp barış içinde birlikte yaşamanın ahlakını ve hukukunu yeniden inşa etmektir. Bu konuda birlik ve beraberlik içinde kararlılıkla hareket etmek hepimizin vazifesidir.